15 Aralık 2010 Çarşamba

KURUMSAL YAŞAM'a GEÇİŞ


3 buçuk ay oldu ajans hayatım sona ereli..
6 senedir aynı yerde çalışmanın bende yarattığı müthiş bir güven duygusu vardı ve ajansın kapanması ile hapishaneden salıverilen ve nereye gideceğini bilmeyen mahkumlara döndüm aslında..

çalışsam, çalışmasam, bebişle hayatıma anne+ev hanımı olarak mı devam etsem derken..
İstanbul'da çalışmayan birtek yakın arkadaşım olmadığı gerçeği ile yüzyüze kaldım...

Oğluşumu çok sevsemde çalışan bir anne olarak daha mutlu olacağımı ve bunun da ona daha iyi yansıyacağına karar verdim.
Ve böylece;
İlk defa bir kurumsal hayata geçiş yaptım...

İlk defa servisle işe gidiyorum :) (ama 5:30 da kalkmam gerekiyor)
Plaza hayatı beni mahvetti, havalandırma sistemine alışamadım
insanlar arılara benziyor:( 4 'lü grup masalarda çalışıp, yemek ve çay saati dışında dışarıya çıkmıyor.. toplu olarak asansör sırası beklemek falan çok komik
Plaza'ya dışardan yiyecek(bisküvi,kraker ..vs) sokmak yasak(sanki içerde kafe var da)
Plaza'ya dışardan çiçek gelmesi de yasak(yani iş tebriği için gönderilen çiçekleri masanıza çıkarmanız yasak, ancak akşam eve dönerken resepsiyondan alıp eve götürebiliyorsunuz)

Bunca zamandır çok yoğun tempomuz bile olsa kakarakikiri'ler,hep beraber akşam dışarı çıkmalarla, aradaki molalarda oynadığımız dartlarla geçirdiğim çalışma hayatım bir anda kapalı plaza hayatına döndü...

Şimdilik alışamadım bu hayata, bu kurallar silsilesine ama ... bakalım deneyip göreceğiz...

10 Kasım 2010 Çarşamba

CİCİLER

Tanya'nın bloğunda görüp bayılmıştım Aliş'in isimli emziklerine. Kendisi süper bir kişilik olarak hemen aldığı yeri belirtmişti ve çok da yardımcı olmuştu.


Aslında siparişlerim geleli çok oldu, paketlerini de açmadan hemen fotoğraflamıştım ama malum yoğunluk bir türlü yayınlayamadım.
Oğluşumun ihtiyacına ve ayına göre verebileceğim tüm siparişleri verdim. Burada görüklerinizden biraz daha fazlası var aslında 2. siparişle gelen ama onları fotoğraflamamışım.
Hepsini kullandık ama bu ay diş fırçalamaya da başlayacağız ve yukarıda gördüğünüz diş fırçasını da artık açaçacağız... yuppiii

Bu siteden aldığınız tüm ürünlerin en büyük özellikleri tüm ürünlerin BPA Free olması.


Malum 2 haftaya kadar önce Türkiye'de satılan tüm biberon-emzik markaları BPA içeriyordu. Yoğun baskılar sonucu şimdi artık üzeri BPA Free damgalı ürünleri görmeye başladık..

BPA ile ilgili detaylı içeriğe Tanya'nın bloğundan ulaşabilirsiniz... buradan...

Oğlum bu cicilerini çok sevdi, buradan Tanya'ya tekrar teşekkürler ederim vesile olduğu için

20 Ekim 2010 Çarşamba

BEN SEVMEDİM BU ÇİYA'yı

Çok övgü okudum aman ne...
En sevdiğim blogta (cafefernando) Cenk çok övmüştü, gidememiştim çok üzülmüştüm.
Sonra ne zaman bir dergi açsam ya da Hürriyet Pazar'ın yeme içme listelerine baksam hep en üstteydi o...
Yine geçen gün uçaktaki dergide ratgeldim "İstanbul Eats" diye bir dergi var yine onun Top 10'inin en üstündeydi.
Tamam dedik hemen gidiyoruz.
Tüm yenilecek içilecekleri yazılanlardan not ettik ve oğlanı da peşimize taktık gittik Çiya'ya..
Bir Çiya Kebapçısı vardı bir de Çiya Sofrası.. Biz yazılanlardan yola çıkarak Çiya Sofrası'nı tercih ettik.

Sonuç mu; bizim için tam bir hayal kırıklığı oldu..
Vişneli köfteden, patlıcan dolmasına, bir sürü yemek söyledik ortaya..
Patlıcan tatlısından, kabak tatlısına, kerebiçe kadar da tatlıları söylemiş olduk buarada..

3 kişi gittik(oğlan hariç tabi,o şanslı olarak evden getirdiğim kendi yemeğini yemişti)..
Hayır birimiz beğenmese birimiz beğenir değil mi..
Haa, yenir mi yenir evet ama bence övgüye değer bişey yok...

Ayrıca hadi yemekler kötüydü, servis nasıldı derseniz o da gayet karışıktı bence..
Belki de kötü günlerindeydiler.... Olabilir mi olabilir.. Tabi ki başkaları beğenebilir hatta bayılabilir ama bizim damak tadımıza uymadı diyelim o sebeple bir daha tercihi zordur bizim için.


Tabiki fotoğrafların kaynağı kendi web siteleri.. tık

3 Ekim 2010 Pazar

gece-bu saatte ne yenir...hımm yada ne yenmez


ne yapayım dayanamadım... açtım paketi löpür löpür yuttum şu aşağıdaki güzellikleri...


yummmy HACI BEKİR..

saat kaç? gece neredeyse 02:00...

ben napıyorum,yiyorum.. hem de doğum sonrası kilolarımı verememişken..

ühühüh..

olsun ama tadı çok güzel. en sevdiğim hem..çifte kavrulmuş fıstıklı...


PİŞMANIM ama yine olsa yine yerim...


ühüü..yummy..ühüü.. (bu böyle gider)






28 Eylül 2010 Salı

What's Kanal D's fAULT?


Artık Kanal D izleyemiyorum, kumanda ile geçerken bile hızlıca geçmeye çalışıyorum aman bir dizi tanıtımına denk gelmeyeyim diye..

Niye mi?

YAPRAK DÖKÜMÜ

ÖYLE BİR GEÇER ZAMANKİ

FATMAGÜL'ÜN SUÇU NE.. VB


Dayanamıyorum çünkü, içim kalkıyor bu kadar acı görünce.

Hele , Öyle bir Geçer Zamanki tanıtımında sürekli o küçük çocuğu ağlatıyorlar ya. Allahım diyorum olamaz böyle birşey tüylerim diken diken oluyor..


Bu sezon evde Kanal D'yi yasaklıyorum...

20 Eylül 2010 Pazartesi

MR.NOBODY


anlatması güç bir film aslında... ben de başta sevdim mi emin olamadım. iyi film mi kötü film mi söylemesi zor... ama tüm bu arada kalmışlıkların arasında bence iyi filmdi. Gerçi izlerken çoğu zaman anlamsız geldi, kapatsam mı dedim sonra anlamsız gelen bu kurguların hem görsel olarak hem de anlatım olarak ne kadar güçlü olduğunu farkettim.

İnanılmaz sondtrackleri var gerçekten süper, filmden daha fazla etkiliyor belki de..

Jaco Van Dormael in hem yazıp hem yönettiği 2009 Norveç yapımı filmde, başrollerde Jared Leto, Diane Kruger rol almakta..

Filmin konusunda gelince;
Basitçe, yaşımız ne olursa olsun vereceğimiz kararların hayatımızda ne denli büyük değişikliklere yol açacağının anlatıldığı bir film..Hayatta her olasılık mümkündür. Bu durum özellikle de küçük Nemo Nobody için geçerli...

Daha açmak istemiyorum spoiler'a girebilir.. ama salim kafa sessiz sedasız izlenmesi gerekir..


16 Eylül 2010 Perşembe

40 YILDA 1 YAZAR!

Aydan aya yazar oldum. Aylık çıkan 2 satırlık dergi gibi...
Olsun yine de yazmaya devam;

2 aydır yazacağım ama bir türlü yazamadığım birşeyi yazacağım.


Nesfit Fruits 'ü daha önce de dediğim gibi çok seviyorum ama bu seneki crispy tadının hoşuma gitmediğinden bahsetmiştim. Ben de bunu Nesfit yetkililerine sormak için sitelerinin görüş bölümüne bu soruyu açıklayan bir yazı gönderdim.
Aynı gün içinde bana telefonla geri dönmeleri bir yana 15 gün sonra elime aşağıda bulunan paket ve çok zarif bir mektup geçti.


Zira mektupta, belirttiğim gibi gevrek tadının artık daha farklı olduğunu çünkü gevrek için ürün aldıkları yeri değiştirdikleri ve bu sebeple değişen ana ürün maddesi nedeniyle hafif bir farklılık olabileceği yazıyordu.
Paketin içinde ne mi vardı; süper gevrekler ve bir spa seti..

Çok mutlu ettin beni Nesfit , sen de mutlu ol emi :)

23 Ağustos 2010 Pazartesi

ZAMANE KAHVESİ

Doğumdu, işteki değişikliklerdi derken uzun zamandır yeni yerlere gidemiyorduk.
Geçen akşam maaile klasiklerimizden (ki Pesto soslu Acı Ispanaklı beyaz peynirli pizza) önce NumNum yemeği yedik.
Bütün bahçe doluydu tabi ve biz bebekle arka kısımda bir yere geçtik ve bir de ne görelim tüm bebekliler-çocuklular orada..Çok komik bir görüntüydü açıkcası:) tecrit bölgesi gibi..

Neyse sonra kocişim beni daha önce gitmediğim bir yere götürdü. Buraya... Zamane Kahvesine..

Biz Suadiye'dekindeydik ama Nişantaşı'nda da varmış şubesi.

Çok sevdik. Yavaştan,zevkli bir müzik var fonda, eski pastaneleri andıran upuzuun bir pasta dolabı. Herşey kırmızı-beyaz. Bembeyaz masalar, sandalyeler. Kıpkırmızı minderler-şemsiyeler.

Kahveleri tadında, çayı, pastası lezzetli(zaten Pelit Pastacılığın bir kuruluşuymuş)...

Bir de hesabı isteyince hesaplar tavla tahtasında gelmez mi...
Sevdik biz burayı..




2 Ağustos 2010 Pazartesi

UCUZ KAÇIŞ NOKTASI...

Ben yıllardır girmemiştim Batik mağazalarına..

Benim bildiğim salaş, hippi ve çoğunlukla üstüne para verilse giymeyeceğim tarzda kıyafetler satardı Batik.
Bu sene açılan Kozzy Avm'deki Batik mağazasının önünden 2-3 kere geçtim aynı hislerle, dışardan 1-2 elbise gözüme çarpınca girmeye karar verdim ve iyi ki de karar vermişim.


Batik, tarzını inanılmaz değiştirmiş. Belki ben yeni keşfettim, belki herkes çoktan biliyordu ama hem çok şık hem de çok uygun fiyata çok güzel kıyafetler satıyor.

Uzun zamandır aradığım basic bodyler vardı, şu heryerde var aslında dediğiniz türden ama ben kilolarımı örtmek için biraz uzunlarından arıyordum. Orada hemen hemen her rengini buldum hem de 8,95 TL'ye... Süper değil mi?

Ayrıca sadece Kozzy'deki satış görevlileri mi öyle bilemiyorum ama harika satış görevlilerine sahipler. Reyonda olmayan ama stokta görünen bodyleri depoda da bulamadıkları halde (ki içerisi çok yoğundu) mağazayı deşip buldular bana...


Bir tane daha ucuz kaçış noktası elde ettim çok mutluyum..


İlgilenenlere duyurulu şu sıralar heryerde olduğu gibi bayağı bir indirim de var ayrıca...

20 Temmuz 2010 Salı

99 francs (1997)


Geçenlerde önceden yarımyamalak izlediğim bir filmi tekrar izledim...

Frederic Beigbeder in bestseller romani 99 francs'in sinemaya uyarlandığı yine aynı adı taşıyan filmiydi izlediğim.

Filmin ana konusu olan reklam dünyası da bizim sektör olunca insan daha çok etkileniyor belki ama 2 gün atamadım filmediki görüntüleri kafamdan..



Soluksuz bir çırpıda izlenecek, üzerine çok şey konuşulabilecek ama esasen düşündürtecek bir film.
Film; "Reklamcılık,Uyuşturucu,Seks,Tüketim" etrafında geçiyor ama dan dan çarpıyor yüzünüze bildikleriniz.
Filmden bazı kareler ekledim, buarada filmin ana karakteri "Octave"ı oynayan Jean Dujardin'in performansı müthişti...

Filmin konusu ve oyunculardan ziyade ayrıca film yapım tekniği, kullanılan renkler, canlandırmalar, arka planlar da bir o kadar başarılıydı..


ŞİDDETLE ÖNERECEĞİM BİR FİLM.


Keyifli seyirler...

Çok uzun sürdü biliyorum



Çok uzun sürdü biliyorum. Uzun zaman oldu bloğuma birşeyler karalayamadım..


Hayatımda bir sürü değişiklik oldu bu ara. Ve tahmin edileceği üzere hem bebek hem iş derken pek birşeye vaktim kalmıyor... Düşünüyorum da eskiden ne kadar çok zamanımız varmış herşeye ve biz onu tembelliklerle harcamışız...




Neyse artık geldim geri.. :) ( gerçi 1 haftalığına yazlığa gideceğim ama olsun oradan da yazarım artık)






sevgiler herkese...


blog görseli buradan..

2 Mayıs 2010 Pazar

HÜRRİYET GAZETESİ SENDROMU


Sabah kapıcının Pazar günü 1 kez yaptığı servisi kaçırdığımızı farkedince simit ve gazete alma işinin başa düştüğü farkedilir.,

Ben: Çıkıyorum ben Hürriyetin yanına başka gazete istiyor musun?

Eşim: Hürriyet alma, her tarafı boyuyor...

Ben: ?!?!! nasıl yani?

Eşim: Ellerim kapkara oluyor yazıların izi çıkıyor istemiyorum artık Hürriyet okumak, Habertürk al sen en iyisi, gıcır gıcır okuruz..Hürriyeti internetten okursun..

Ben: Saçmalama lütfen ellerini boyuyor diye yıllardır okuduğumuz gazeteden mi vazgeçeceğiz anlamadım.

Çıkıyorum en yakındaki Migrostan kapıyorum gazetemi, simidimi geliyorum.. Kahvaltı sofrasını hazırlıyorum, oğlan da hazır uyumuşken, mis gibi pazar kahvaltısının tadını çıkartıyorum. Ortalarda bir yerde alıyorum gazetemi, ama hakikaten o da ne! Eskiden azıcık siyahıyla boyadığı gazetem ellerimi simsiyah yapmış, neyse diyorum olur böyle şeyler..


Kahvaltı sofrasını topluyoum, masayı silerken gazetenin masaya tüm yazılarını birebir çıkarttığını farkediyorum. Toplam 3 kez siliyorum da ancak çıkıyor masadan yazıların izleri..


Sonra diyorum ki evet bir daha düşünmek gerek belki de internetten okumalı Hürriyet'i.


28 Nisan 2010 Çarşamba

kanım donuyor




çok güzel şeyler yazmak için açtım bloğumu. Tam bu sırada önce haberlere bakayım dedim.

Gözardı etmediğim ama aklıma getirmeye korktuğum şeyleri tekrar okudum.

Siirt ve Pervari'deki olaylar kelimenin tam anlamıyla kanımı dondurdu. Yarım saat kalakaldım öylece.

2 /3 yaşındaki çocuklara tecavüz edip öldürmek ne demek. Bunu yapan 12-13 yaşındaki çocuklara nasıl insan denir, çocuk denir.

Utanıyorum...

Bu ülkede yaşamaktan,sessiz kalmaktan, sessiz kalan o bebeklerin ailelerinden, ilçe belediye başkanının emrine giren savcıdan ve kaymakamdan,siyasi düzenden, hala elini kolunu kıpırdatmayan hukuk düzeninden, iktidardan utanıyorum...

Bugün üstü kapatılan bu olayın sanıkları yarın bu şehirde benim yada çocuğumun komşusu olabilir. Hatta iktidara gelip bizi bile yönetebilir.
Ne demeliyim, napmalıyım bilmiyorum.

Okudukça binlerce ok saplanıyor sanki içime...

Kahroluyorum

22 Nisan 2010 Perşembe

KAÇIRDIM SANDIM ALLAHTAN KAÇIRMAMIŞIM...



Ancak toparlanıyorum ya, tarih neydi günlerden hangi gündü karıştırıyorum çoğu zaman.
Eee uykusuz geçen gecelerin de etkisi var tabi bunda. Minik kuşum sağolsun gecede en az 4-5 defa mikmikliyor.
Buarada mailler geliyor,bloglara giriyorum, gözümün ucu dünden beri bir "anneler günü" vurgusunu ısırıyor. Es geçiyorum ama sonra bir anda dank ediyor.
hiii anneler günüydü de ben mi kaçırdım yoksa... Valla benim annem beni keser, kesmezse de bana bayagı bir küser. Hiç öyle, aman annecim böyle günlerin ne önemi var biz seni zaten hergün seviyoruz, her zaman hediye alıyoruz falanla da kanmaz...
Benim annem böyle, bu tarz özel günler kaçırılsın atlanılsın sevmez, ha bir de hediye aldın ama kazara evle ilgili bir hediye aldın hani bilimum markalar küçük ev aletlerini pazarlama çalışırlar ya anneler gününde (örneğin rondo vs) annem bunlara tilt olur. Bu anneler günü mü ev günümü diye. O sebeple kızkardeşim de ben de anneme alacağımız hediyeyi özenle seçeriz. Hediyenin büyük olması gerekmez bir toka bile olabilir ama ona özel olmalı,onun zevkini yansıtmalı,kendisi için o güne özel alındığını bilmeli yani.

İşte bu sebeple ben bugün öğleye doğru ciyaklayarak hemen google'ladım "anneler günü tarihi"ni. huuff Allah'tan daha varmış. Çıkıp hediye seçmeli
(yazarın notu: daha bloglararası çekilişte çıkan arkadaşıma da hediye seçemedim ne uyuz kediyim ben ya:( hüüü)

Buarada google'a "anneler günü" yazınca karşıma wikipedia'daki şu tanımlama çıktı
Anneler günü, anneleri onurlandıran bir tatil günüdür. İnanmazsanız tıktık. Çok komikkk yavvv


Not: resim kaynak

21 Nisan 2010 Çarşamba

NEDEN?


Bana yeni gelen bir mail belki siz 1000 kere okumuşsunuzdur ama ben yeni okudum, çook güldüm ve sizinle de paylaşayım dedim :)


Pillerin bittiğini bilmemize rağmen kumandanın tuşlarına neden daha sert basarız?

Kamikaze pilotları neden kask takar?

İnsanlara "4 milyar yıldız var" dediğinizde size inanırlarken, "boya ıslak" dediğinizde neden kontrol ederler?


Karanlığın hızı nedir?

Bebekler 2 saatte bir uyanırken insanlar neden rahat uyumayı "bebekler gibi uyumak" şeklinde tanımlar?

Engelli olimpiyatlarında "normal" insanlar için otopark var mıdır?

Hava 0 dereceyken yarın 2 kat soğuk olacaksa, hava yarın ne kadar soğuk olacaktır?

Evli insanlar daha mı uzun yaşar, yoksa hayat onlara daha mı uzun gelir?

Uzaya gitmemiz nasıl bavullara tekerlek koymayı akıl edişimizden önce oldu?

İnsanlar neden yüksek binalara çıkıp dürbünle aşağıya bakmak için para verir?

Hiç durup düşündünüz mü...

Bir ineğe bakıp "şu sallanan pembe şeyleri sıkıcam ve içinden çıkanı içicem" diyen ilk insan kimdi?

"Şu tavuğun kıçından çıkan ilk şeyi yiycem" diyen ilk insan?

Neden ekmek kızartma makinesinin ekmeği yakan bir sıcaklık ayarı hep olur?

İnsanlar saati sormak için bileklerini işaret ederken, neden tuvaletin yerini sormak için kıçlarını işaret etmezler?

Az sonra sizi muayene edeceklerini bile bile jinekoloğunuz siz soyunurken neden odayı terk eder?

Goofy ayakta dururken Pluto neden dört ayak üstünde durur? İkisi de köpek değil midir?

Mısır yağı mısırdan, zeytin yağı zeytinden yapıldığına göre, bebek yağı neden yapılır?

Alfabe şarkısı ve Parılda Minik Yıldız neden aynı melodiye sahiptir?

Şarkıyı söylemeyi kesin ve okumaya devam edin...

Okuma bilmeyen insanlar alfabe çorbasından gereken etkiyi alabilir mi?

Domuzlar terlemezken insanlar neden "Domuz gibi terledim" derler?
....:)


Not: Resim Kaynak buradan

KAHVALTI DENİNCE AKLA...


Kahvaltı kültürü en zengin ülkelerden birisiyiz bildiğim kadarıyla.

Hepimiz yurtdışına gittiğimizde (Yunanistan hariç sanırım) kahvaltıda domatessizliğin, zeytinsizliğin bir acısını çekeriz.

Benim için günün en önemli öğünü aslında. Hatta evde yemek olmayınca hemen bir kahvaltı sofrası kurarız eşimle. Zaten çalışan insanlar olduğumuz için, sürekli dışarıda yemek yiyoruz ve evde de dışardan yemek söylemek herzaman cazip gelmiyor.


Haftasonunu iple çekiyorum kahvaltı edebilmek için. Beni tanıyanlar bilir, haftasonları öyle 3-4 çeşitle geçiremiyorum kahvaltı sofrasını. Kallavi bir şekilde pişiler, gözlemeler, domates kızartmaları, mantar kavurmalar (uff karnım acıktı)ile donatıp neredeyse öğlen 1'e kadar sofrada keyif yapıyorum.

Yapıyorum da haftaiçi ne oluyor derseniz.

Tam bir hayal kırıklığı tabi. Birara ofisteki çaycı ablamız hersabah bana kahvaltı tabağı hazırlıyordu kurtarıyordum ama onun işlerini arttırdıkları için o olay da bitti.

Sürekli alınan simitler,tostlar, poğaçalar ile hızlıca geçirilen bir öğün olmaya başlamıştı benim için. Hem hepsi yağ deposu hem de doyurucu değil. (En azından ben doymuyorum yahu)


Tam da bu sırada keşfettim onu Nestle Nesfit Fruits... Sütü az içen "ben " için de müthiş bir çözüm olmuştu. Her sabah kuru meyvalı gevreğimi yiyordum hem de en az 1 bardak süt içmiş oluyordum. Arada tabiki aldatıyordum onu, simitle falan ama mutluydum anlayacağınız. Nesfit Fruits'ü diğer gevreklerden ayıran crispy gibi mısır gevreği olmayışıydı. Seviyordum onu, sağlıklı bir kahvaltı ettiğimi düşünüyordum.


Doğum izninden de dönünce hemen aldım tabi paket paket nesfitlerimi ajanstaki dolabıma yerleştirdim büyük bir mutlulukla. Ama ilk paketi açmamla büyük bir hüsran, Nesfit'in gevrekleri değişmiş, o kalın kalın kahverengi gevrekler gitmiş yerine ince çıtkırıldım sarımsı gevrekler gelmiş. Ajansta erkekler bile yerdi, şimdi herkes aynı şeyden şikayetçi.

Ben de büyük bir hayal kırıklığı...

Anlayacağınız haftaiçi kahvaltı denince akla gelen Nesfit tarih oldu benim için.

Çok bedbahtım dostlarım çoookkk..

Bekleyin yağlı poğaçalar ben geliyorum.....

13 Nisan 2010 Salı

Ufacık Tefecik İçi Dolu Fıçıcık


Ufak desem ufak değil, büyük desem büyük değil (belki büyük ama ben kabullenmek istemiyorum) bir sorunsalım var.
Aslında çalışan birçok annenin sorunundan benimki. "Bakıcı" sorunu!
Hamileliğim boyunca sanki hiç bakıcı ile çalışmayacakmışım gibi bu konuyudüşünmedim bile, aman hallolur nasılolsa dedim. Belki de aklıma getirmekten bunun derdi ile yüzleşmekten korktum kimbilir.
İşe başlamadan 2 hafta önce bir bakıcı ile anlaştık, kadın bebek hemşiresiydi ve oldukça da işinin ehliydi. Ancak 2. gunun sonunda baştan konuştuğumuz ve yaparım dediği birçok şeyi yapamayacağını söylemeye başladı. Tamam dedik yapma, sen arada yardımcı ol yeter. Nasıl olsa bebeğimize iyi bakıyordu dimi? Ama işler bununla kalmadı, artık anlatmaktan sıkıldığım birçok şey oldu,kaprisler yaptı vs. Hadi yine tamam dedik, 3 aylık bebeğimi bırakacaktım ve sonuçta iyi bakılıyordu. Gitmek istedi, korkuyorum çok düzenlisiniz diye absürd bir bahane öne sürdü yine ikna etmeye çalıştık olmadı. Peki dedik o zaman git, ondan yaşca daha küçük ve daha az tecrübeli birini getirdik, 1 hafta birlikte kalın onu eğit dedik. İşte burada herşey ters dönmeye başladı. Biz kızı işe aldıktan sonra eski dadımız;" aslında ben sizi çok seviyorum da, siz bana çok iyi davrandınız da...vs" demeye başladı, biz de ayrılacak ya duygusallaştı diye düşünüyoruz.
Evet sonrasında tam tahmin ettiğiniz gibi iş ben kalayım siz bu kızı gönderine vardı. Yahu sana bunca zamandır neredeyse yalvarıyorduk da niye kalmadın kız gelince niye bizi kıskandın. Ben tabiki çok üzüldüm, yeni işe aldığım kızı da bahanesiz gönderemeyeceğim ve bana şimdiden bunu yapan eski bakıcıya da güvenip kal diyemeyeceğim için eskisini gönderdim.
Neyse yani şu kısacık 3 haftada 1 seneye sığdıracak kadar bakıcı anım oldu bilesiniz.

Elbette ki bir anne olarak gönül istiyor ki,bebeğinizin yanında güveneceğiniz biri olsun ve en az 4-5 yıl hiç değişmeden onunla kalsın ama ne mümklün. Ben çok üzülünce bir arkadaşım bu gerçeği önüme koydu. Kabullenmeliyiz, çocuklarımız da kabullenmeli şartlarımız ne yazık ki bu.
En az 2 sene , 3 sene belki de 10 tane bakıcı değişecek çünkü biz çalışan anneleriz ama umalım ki çocuğumuzun başına kötü birşey gelmesin.
Şimdi eve kamera kurdum psikopat gibi tüm gn onları izliyorum.
Tam BBG KABUSU ya :)

5 Nisan 2010 Pazartesi

WELCOME TO ME


Şükür kavuşturana.
Çok çetrefilli bir doğum ve sonrasında yaşananlardan sonra işime döndüm. Tabi bu, bloguma da döndüm demek oluyor...

Welcome to me

24 Ocak 2010 Pazar

MARGE SIMPSON


Simpsonları ezelden beri çok severim, hem politik duruşu hem de Amerika'nın "free country"-"speech freedom" ilkeleri doğrultusunda, senaristlerinin devlet başkanı-sanatçı- vali.. vs demeden tabiri caizse herkese giydire giydire senaryo yazmalarına bayılıyorum.
Simpsonların en aklı başında üyesi kızları Lisa gibi görünse de bence tüm aileyi çekip çevirme yeteneği ile Marge Simpson'dır.
Dizide Marge hem aklı selim hem de tipik bir Amerikan anne profili çiziyordu. Çiziyordu diyorum çünkü ta ki be sene Marge Simpson, Playboy'a soyunana kadar.
Bu olay,Amerika'da ve tüm dünyada büyük yankı uyandırdı aslında çünkü hem Marge Simpson'dan beklenmeyecek bir hareketti hem de (en azından benim bildiğim) ilk defa bir çizgifilm karakteri Playboy'a soyundu.
Bu, Kardashian'ların anneleri Kris Jenner'dan beklenecek bir hareket olabilirdi ama Marge'dan kimse beklemiyordu:)... Zaten o da bekleneni yaptı ve hiç bir frikik vermeden poz verdi :)

Bu sene Universal'de Marge ile hatıra fotoğrafı çektiriken Playboy'a soyunacağından haberim yoktu bilseydim ben de şuh bir poz verirdim hani :)