23 Kasım 2009 Pazartesi

UZAKLARDAN UCUZ MUZLU ŞAMPUAN KOKUSU


Bunaltıcı ve herşeyin üstüste geldiği birgündü bugün.
Koltuğu biraz arkaya yasladım, rahatlamaya çalıştım.
Gözlerimi kapattım, başımı geriye yasladım.
Biraz bilgisayar ekranından ve telefonlardan kurtarayım istedim kendimi.
Boynumu geriye yasladığımda ise; omuzlarıma atılmış beyaz bir havlu hissi, ucuz muzlu şampuan kokusu sardı burnumu.

Kadınlar iyi bilir, kuaförde saç yıkatmanın keyfi başkadır. (Elbetteki yıkama koltuğunun boyunluk kısmının çok iyi ve rahat olduğu durumlarda geçerlidir bu)
Heleki vaktiniz de varsa, yıkamayı yapan çocuk saçınızı aheste aheste yıkar bir de başınıza -alnınıza masaj yapar. O dandik masaj bir iyi gelir bir iyi gelir.
Evde tonlarca para verdiğiniz bakım şampuanlarının etkisinden çok daha güçlü, bol köpüklü genelde muz kokulu bir şampuan vardır kafanızda.
Köpürür de köpürür. O köpürdükçe, koku daha çok yayılır burnunuza, siz de daha bir yayılırsınız koltuğa. Bazen hindistan cevizi de kokar o şampuanlar ama en güzeli muzlusudur.

Artık krem faslına geldiğinizde ancak ayılırsınız, bu rüya hiç bitmesin istersiniz.
İstemeye istemeye yorgun ayaklarınızı fön koltuğuna sürüklerken farkedersiniz ancak bittiğinin.

İşte 2 dakika için arkama yaslandığımda ucuz muz kokulu şampuanın kokusu saçlarımda, yorgun ayaklarım yerine koltuktan doğrulan kafamla istemeye istemeye işime sürüklenirken buldum kendimi..
Ama olsun en azından acayip bir muz kokusu ile dolaşıyorum şu anda:)



Not:Resim kaynaklar:
https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhLBg_Hs-a99UhaPZZlmm1lefTrDN08kC_qccW9cWWiaaPvoHjfKWPkGFxNuYUnEYGBtVHxJ1hHxQU_CSTnk63wh2lRpGeFQv7jYzyhO_bKPYA8qSZ_PlSCUiLeoixOcNE5c0BMLQ/s200/HAIR-WASH.jpg
http://www.dwi.gov.uk/children/childrens/images/illustrations/shampoo2.gif

17 Kasım 2009 Salı

YENİ TREND- SMIRTING


Bu kelime nasıl ortaya çıktı bilmiyorum sanırım ilk önce İngiltere'de ortaya çıkmış ancak özellikle son 2 haftadır da gazetelerin haftasonu eklerinde sık sık artık yarım sayfa kaplayacak şekilde haber konusu yapılıyor. Hatta geçen hafta Hürriyet'te İstanbul'un en iyi 10 "smirting" mekanı bile seçildi.

Konumuz "smirting" de, nedir bu smirtig derseniz şöyle ki efem:
smirting= smoking + flirting kelimelerinden türemiş birşey. Yani sigara içmek ve flört etmek.

Sigara yasağı ile başlayan, ufo satışlarının patlaması ile cafcaflanan cafe-restoran önünde sigara içme durumu "smirting" sağlıyor. Yani siz içerden, dışarıya sigara içmek için çıkıyoruz. Malum o arada bardağınız elinizde bazen tek başınıza bazen 1-2 arkadaşınızla takılıyorsunuz, ee bu arada sizin gibi, aynı amaçla dışarda bulunan 1-2 kişiyle rastlaşıyor, muhakkak sohbet muhabbet kuruyorsunuz.
İçeride hem kalabalık hem de gürültüden belki asla karşılaşamayacağınız ve tanışma/konuşma fırsatı bulamayacağınız insanlarla kapı önünde 2 dakikada muhabbete giriyorsunuz.
Çoğu zamanda bu bir flört durumuna kayıyor. İnsanlar yarım saati bulan "smirting" durumundan sonra atık cep telefon numaralarını birbirlerine vererek içeriye dönüyorlar ya da birlikte içeriye girip masalarını birleştiriyorlar.EEE aslında restoran-cafe önleri bir nevi sosyal cöpçatan olma durumuna kendiliğinden girmiş bulunuyor.

Peki diyeceksiniz ki bu "smirting" kelimesinin Türkçe karşılığı yok mu.
Henüz TDK tarafından bulunmuş bir karşılığı yok ama Ayfer Tunç çok şukela bir karşılık bulmuş bile.

Ne midir? TÜTÜŞMEK.

Valla çok güldüm yavvv..


Not: Resim1 kaynak: Hürriyet.com.tr
Resim2 kaynak: http://desourcesure.com/uploadv3/smirtin_fumer_draguer.jpg

11 Kasım 2009 Çarşamba

Zaten Okumuşsunuzdur ama Dayanamadım

Zaten gazetelerde gördüğünüz-okuduğunuz şeylerin linkini vermeyi sevmiyorum ama bu yazıyı o kadar çok sevdim ki bloğumda kalsın istedim:

YILMAZ ÖZDİL
Saat 9’u 5 dakika 3 saniye geçe!


Matem günü değildir...
Doğru.

*

Yeniden doğduğu gündür...


Her sene yeniden.

*

Malum şahıs, ABD ziyaretinde Obama’yla sohbet ederken, laf dönmüş dolaşmış, genetiği değiştirilmiş organizma teknolojisine gelmiş; Obama gururla, “Bu konuda öyle ilerledik ki, neredeyse ölüyü bile diriltebilecek hale geldik” demiş... Bizimki altta kalır mı, “Bizim çalışmalarımız da müspet neticeler vermeye başladı” demiş, “Biz de DNA’larında oynayarak, 100 metreyi 3 saniyede koşan sporcular yetiştirebiliyoruz artık!”

*

Gel zaman git zaman, Obama iadeyi ziyarete gelmiş, “100 metreyi 3 saniyede koşanları” görmek istemiş... Bizimkini ter basmış tabii, “N’apacağız, rezil olduk” demeye başlamış... Ki, o sırada cingöz bir danışman devreye girmiş, “Sıkmayın canınızı efendim” demiş, “Hazır bugün
10 Kasım... Obama’yı Anıtkabir’e götürelim, Atatürk’ü diriltmesini isteyelim... Diriltemezse dünyaya rezil
olur, diriltirse, siz zaten 100 metreyi 3 saniyede koşarsınız!”

*

Atatürk’ü 29 Ekim’de pastadan çıkarmıştı bu arkadaşlar... İster misin bugün de mozoleden çıksın!

10 Kasım 2009 Salı

Ne zaman Bıraktık

Çocukken en sevdiğim şeydi hayal kurmak. Özellikle hayal kurmak için yatağa girer, pikemi üstüme çeker hayallere dalardım. Sonrasında o kadar mutlu bir şekilde kalkardım ki yerimden günüm değil neredeyse haftam o hayalin peşinden yüzümde aptal bir gülümseme ile dolanarak geçerdi. Gerçekleşme olasılığı yüksek olan şeyler değildi benim hayallerimin hepsi, zaten o sebeple bana fantastik bir mutluluk verirdi. Bazen deneyleri ile dünyaya nam salmış bir profesör olduğumu hayal ederdim, bazense yaşadığım andayapabileceğim tüm güzellikleri. Bende, daha farklı şeyler yapabilme gücü verrdi bunlar.

Olasılığı yüksek şeylerle de ilgili mutlaka birşeyler düşleriz o da bize mutluluk verir(örneğin güzel bir ev, iş...vb) ama hayaller sizi alıp çoook uzaklara taşıyabilecek kadar güçlü olmalı...

Liseye kadar sürdü bu böyle, lisede yavaş yavaş azalmaya başladı.
Zaten dershane, sınav stresi derken hayal kurmaya pek de vakit kalmıyordu.
Üniversite'ye gelince ise neredeyse hemen hemen hiç hayallere dalmaz oldum. Geçen gece, yatakta uzanırken ne zamandır hiç hayal kurmadığımı farkettim.

Lisede karşılaştığım stres, sonrasında üniversite ve iş yaşamı derken elimi-eteğimi yavaşca çekmişim hayallerimden. Şimdiki çocukları düşünüyorum bir de, ilkokulda karşılaşıyorlar bu stresle, yarış atı gibi koşturdukları hayat onları bir sosyal aktiviteden bile uzak tutabiliyorsa hayallerden ne kadar uzak tutuyordur onları düşündüm.

Hayaller kurmayan, düşlemeyen bir toplumun çocukları olarak yetişiyorlar artık, yapabileceklerinin sınırını hayalleri değil imkanları yada aldıkları özel derslerin saatleri belirliyor.

O zaman iyisi mi ben yeni bir hayale dalayım, çocukların bu kadar stres altında ders çalışmaya zorlanmayıp okuldan geldiklerinde süt-kurabiye ikilisini yuttuktan sonra yatağa kıvrılıp hayal kurabilecek kadar zamanlarının olduğu bir dünya olsun bu hayalimde.


Not: Görseller, buradan ve buradan

9 Kasım 2009 Pazartesi

TEŞEKKÜR



Haftasonu ufak bir kutlamamız vardı. Moda ve Sosyete blogundan Pelin'in bebeği için hazırlanan enfes kurabiyelerini görünce, kendi doğumgünü pastam için hemen referans gösterdiği İlker Ergin ile irtibata geçtim. Biraz son dakikaya bıraktığım için İlker Hanım'ı da biraz zora sokmuş oldum ama ortaya bu leziz pasta çıktı.
Megalomanlık yapıp "iyiki doğdum" yazdırdım ama yapıcak bişey yok, keyif benim pasta benim :)
Görüntüsünü çok sade, renklerini açık renk tonlarında istedim. Hamileliğim dolayısıyla mavi-beyaz bir kullanıma gitmiş İlker Hanım, çok da güzel olmuş açıkcası.

Görüntüsü bir yana, esas herkes lezzetine bayıldı. Muz, çikolata parçaları, fıstık (yanılmıyorsam +fındık) Yiyenler, pastanın lezzeti üstüne yarım saat sohbet ettiler.

Dolayısıyla buradan İlker Hanım'a, bu hem görüntüsü çok güzel hem de çok lezzetli pasta için çook teşekkür etmek istedim.

İlker Ergin'in blogu için TIIKK