27 Ağustos 2009 Perşembe

KARARSIZIZ


Kararsızız...
Hergün işe gelirken başka birşey yapmalıyım böyle harcamamalıyım ömrümü diye düşünüyorum sonra sabah masamdaki bilgisayarımdan takip ettiğim blogları açıyorum ve ortalama aynı yaş grubunda olduğumuz çoğu blog yazarında da aynı düşünceleri okuyorum/hissediyorum..

Yaptığım iş, nefret edilecek bir iş değil, severek başladım ama yıllar geçtikçe artık bana daha fazla birşey katmadığını düşünsem de kaldım burada, belki rahata, insanlara alıştım.
Ama başka birşey yapmak, enerjimi farklı bir şekilde ortaya koymak istiyorum, başka bir şirkette/ajansta çalışmak değil istediğim; kendi yeteneğimle/çalışmaktan çok mutluluk duyacağım bir işle meşgale olmak istiyorum.

Çok mu şeye yeteneğim var; HAYIR ama elbette sevdiğim benim de içimde bununla ilgili ortaya koyacağım şeyler var dediğim alanlar var, bunların üzerine gitmek istiyorum...

Bunu yapabilen insanlara gıpta ile bakıyorum, örneğin Lacheen. Elbette maddi/manevi çok zor bir süreç bu ama ona gerçekten tebrikler.

Ya da bir dönem yoga kursuna gittiğim yerdeki Çelen Hoca, mimarlığı bırakıp yoga hocası olmuştu, ona da imreniyorum.

Ajansımızda bir dönem marka temsilcisi olarak çalışan bir kız vardı, İletişim mezunu, ailesinin karşı çıkmasına rağmen, profesyonel olarak ilgilenmese de sporla ilgili birşeyler yapmak istiyordu. Geçenlerde babası ile karşılaştık, bir süre pilates dersleri almış sonra da pilates eğitmenliği için dersler almaya başlamış ve şimdi de bir otelin fitness klubünde pilates hocası olmuş. Aile oldukça ciddi bir alanda çalışan aile olduğu için pek istemiyorlardı ancak onun bu şekilde mutlu olacağına inanıp en sonunda tamam demişler, şimdi ise çok mutluymuş.

Başka bir sürü örnek verebilirim bununla ilgili ve elbette buna cesaret edemeyen benim gibi bir sürü insan örneği de var.
Acaba, ailelerimizi mutlu etmeyi düşünmeden gittiğimiz okullarda istediğimiz bölümleri okusak daha mı mutlu olacaktık, belki o zaman istediğimiz şimdi istediğimiz olmayadabilir ama bu derecede tatminsizlik hakim olmayabilirdi belki hayatımıza.

Belki Jamie gibi bahçede kendi sebzelerimi/meyvelerimi yetiştirip kendi restoranımı kurmalıyım:)


Not:Resim buradan

26 Ağustos 2009 Çarşamba

Bu Arada

Bu Arada, bir yedim bir yedim, hala yiyorum
şu an hızımı alamamış olmam sebebiyle masamda bulunanları sayıyorum;
sütlü ve siyah Pelit çikolata
Eti Kakaolu Bisküvi
Çay
Kuru Kayısı
Ceviz
Kuru Dut
Fındık
Ceviz
İncir

Kalori bombası durumundayım, biri bana dur demeli, yoksa bu yediklerimle akşama Anadolu Yakası'na koşarak geçebilirim :)

döndüm...


ben geldim...:)
Tatil süper bişey, hep tatil olsa diye diye geri geldim,işe döndüm....
Çipur, çipur yüzdüm, güneşlenmekten korktuğum için koruyucularımla gölgede keyif yaptım,
sabahları denize karşı cırcır böcekleri eşliğinde kahvaltı yaptım
akşamları yakamozla yemek yedim

en güzel kısmı da aile ile olmaktı
ben oruç tutamasam da, buradaki sönük ramazan neşesi orada dolu doluydu

sabaha karşı balkonda kuzenlerin toplanıp hep beraber masalar kurup sahura oturduklarını görmek
akşam fırından gelen sıcacık pide kokusunu içe çekmek
iftardan sonra tüm site ahalisini havuzda görmek pek bir keyifliydi.

Eskiden tüm aile anneannemde toplanır iftar açardık, abartısız 20-30 kişi olduğu zamanlar olurdu

özlemişim...

tüm bu duygulardan sonra;
doğduğun yer değil doyduğun yer memleketin diyenleri esefle kınıyor, ben memleketimi istiyorum diye çığrınıyorum o halde..

20 Ağustos 2009 Perşembe

kısa bir ara

çipur çipur deniz
kızıldenizden akdenize akın eden deniz anaları nedeniyle yaşanan korku
biraz nem

ama yine de tatil :)

13 Ağustos 2009 Perşembe

99kr



Yolumun üstü olması münasebetiyle hergün karşılaşıyorum bu pembe dükkanla. Dükkan dediğime bakmayın bildiğiniz cafe aslında ama bana dükkanı çağrıştırıyor.
Pembe ve laci-mor hakim herşeye... İsmi 99kr, sadece isminde geçerli olduğunu düşündüğüm içerde yer alan yiyeceklerin imkanı yok 99 kr olamayacağını düşündüğüm bir mekandı açıkcası.
2 hafta önce, hadi deneyelim dedik, çok acelemiz var 1'er tsot yiyip çıkacağız sözde. Pırıl pırıl bir mekan, tosttan hamburgere, limonatadan, demleme çaya, mezelerden, jambonlu sandviçe kadar herşey mevcut.
İçeriye girince ben dayanamadım sordum, sadece ismi 99kr değil mi, satılanlar 99kr değil herhalde diye.
Sahibi olduğunu öğrendiğim, İsmail Bey de güldü zaten "en büyük sorunumuz bu kimse inanmıyor" dedi.
Bayağı bir gazetede, dergide çıkmış mekan, öğlenleri dolup taşıyormuş. Pangaaltı Ramada otelin alt katında eski Mısırlı Triko'nun olduğu yerde.
Sahibi ile bayağı muhabbet ettik, buranın kirası yüksektir, nasıl karşılanıyor maliyeti bile değil bu sandviçlerin diye. "Tek amacımız sürümden kazanmak, aslında bizimki emniyet şeridinde ters gitmeye benziyor ama başaracağız" diye de ekledi.

Sonuç mu: 3 tost, 1 amerikan salata,3 limonata'ya ödenen sadece 7 lira:)
Tatları da çok güzel :)

Not: kendi çektiğim resimleri bir türlü yükleyemedim o sebeple görseli buradan aldım;
http://sehir.ekolay.net/haber/3172/635753/Ye-ic-hersey-99-kurus.aspx

12 Ağustos 2009 Çarşamba

TIME OUT



Zaman nasıl geçiyor, herşey nasıl da değişiyor.
Bir bakıyoruz zamanında kabullenemediğimiz birçok şeyi kabullenir olmuşuz, sevmediklerimizi sever hale gelmişiz.
Herşeye alışıyor insan. Sevmediği işine, ölüme, aşka bile alışıyoruz.
Bazı duygularımızı kaybediyoruz belki de..Biliyorum hayat böyle birşey, kabullenmezsen daha mutsuz oluyorsun...
Hergün aynı tempoda kalk,işe gel, yemek, tv-kitap-uyku sonra yine aynı döngü...
Ne kadar severek yaşasak da sıkılıyoruz çoğu kez, sıkılıyorum deyip kendi adıma da konuşabilirdim ama malum tüm arkadaşlarımla konuştuğumuz şeyler bunlar.
Arada kendimize yaptığımız yada başkalarının bize yaptığı minik-büyük süprizler güzellik katıyor hayatımıza yoksa çok sıradan birçok şey...
Özellikle büyük şehirde yaşamak yıpratıyor beni. İstanbul'u çok seviyorum desem yalan söylemiş olurum(evet Ankara'dan çok daha sevdiğim kesin de:) )
Küçük yerde yaşamayı, samimi ilişkileri, toprağa basmayı, suya dokunmayı özledim.
Hayatta risk alarak, radikal kararlar vermeyi özledim. sahi ne zaman bıraktık bunları? İş sahibi olup da yaşam standardımızı kaybetmeyi göze alamayınca mı?
Bugün kendime yarım saat ayırıp odaklanacağım, ne istiyorum ve ne yapıyorum, nerede eksiklikler var, nerede fazlalıklar var, kapasitem nedir, bu doğrultuda neler yapabilirim.. bunları çıkartacağım. Yarım saat yeter mi bilemedim ama :) size de tavsiye ederim.
Günün şarkısı için tıklayın
PS: mümkünse videosunu izleyerek dinleyin

10 Ağustos 2009 Pazartesi

TİNERCİLER


Tinercilere karşı antipatik bir tutum sergilemem mümkün değil, hele bu kadar sorunlu bir toplumken, aileler(!) bu kadar fütursuzca çocuk sahibi olabiliyorken ve belki de kalmaya mecbur bırakıldıkları çocuk yurtlarında başlarına gelenlerden dolayı kendilerini sokaklara kaçmış bulmuşken, mümkün değil.
Ama son 1-2 aydır özellikle Osmanbey-Şişli tarafında hergün en az 4-5 tinerci çocukla karşılaşıyorum, bazısı arabalara saldırıyor, bir kısmı sessizce elindeki peçeteden tiner koklaya koklaya yürüyor, bir kısmı zorla otobüslere binip,insanlara dikleniyor vs. ve gördüğüm sayı-örnek her geçen gün artıyor.
6-7 ay önce Taksim'de 4-5 yaşlarında gözleri kan çanağı bürümüş, elinde tiner mendili ile bir çocuk kendini yerlere atmıştı önümde, o günden beri nerde tinerci çocuk görsem, o sahne gözlerimin önüne geliyor.
Ben de dahil olmak üzere korkuyoruz, kaçıyoruz, onlara nasıl yardım edilir, kim yardım edebilir bilmiyoruz. Sayıca bu kadar artmaları hiçbir yardımın yapılmadığını gösteriyor, devletten bir yardım yapılmıyorsa ki sanmıyorum, yardım edebilecek insanlar da korkuyla etrafa kaçışırken bu çocuklar ne olacak, nasıl kurtulacaklar?

Görsel kaynak: http://img214.imageshack.us/img214/7240/tinercidsc00850lw6.jpg

7 Ağustos 2009 Cuma

bunu yazmazsam ölürüm

Bloğumda çok kişisel bir şeyler yazmadığım farkındayım, genel şeylerden yazmayı daha çok seviyorum sanırım ama canım ne isterse yazdığımdan ve az önce koptuğum bir mesajlaşma gerçekleştiğinden bunu da yazmazsam ölürüm,

Yer: internet ortamı-mesajlaşma

Durum: b: ben s: sevgili kocam

b: sevgilim, bir el kağıt oynayalım ve kaybeden kazanana ayak masajı yapsın:) ne dersin?
s: hayatım şimdi kalabalık burası ben sana akşam yaparım. Arkadaşım Migros al demişti 28000 tlye 12000 tl kar etmiş
b:hı? anlamadım başkasına yazarken bana mı yazdın acaba?
s: sana be kuzum
(uzun bir sessizlik ve anlayıp da koptuktan hemen sonra)
b: hııı! ben oyun kağıdından bahsetmiştim ama sen borsadan bahsediyorsun sanırım....:)haha

DİP NOTLAR:
"hayatım şimdi kalabalık burası, ben sana akşam yaparım"(!) ne demek? sanki şehrin diğer ucuna geçip, ofise dalıp ayaklarımı masaya uzatıcam ve eveeett kaybeden insan hemen masajımı yap mı diycem?!?
Bugüne kadar borsada hiç bir yatırımımız olmadığı için nerden oraya bağladı konusunda ise bir fikrim yok?!(benden habersiz yatırım planları vardı kafasında ve ufak bir tetikleme ile döküldü sanırım :) haha)

Bir de kadınlara zor derler... ALLAHIM SEN BENİ GÜLDÜRDÜN, BU, AKLI HEP İŞTE OLAN SEVGİLİMİ DE GÜLDÜÜÜRR

DEPECHE MODE WEEKEND


Bugünden başlayarak bu haftasonunu Depeche Mode hafta sonu ilan ediyorum, ediyorum, ettim.
Sabah sabah İstanbul'un bu yağmurlu gününe bu şarkıları ile başladım pek bir iyi oldu, bununla ve sonra bununla devam ettim.
Tavsiye ederim siz de edin.
Zira işte geldi bir hafta sonu daha, keyfini çıkaralım...

6 Ağustos 2009 Perşembe

pisi


noni'nin blogunda kedisi tarçının resimlerini görünce 3 aydır artık annemlerle yaşamak zorunda kalan kedimin resimlerini eklemek ve blogumu açtığımda onu görmek istediğimi farkettim.
Gerçi 1 haftadır annemler ve kendileri bizde misafir ama gidecek yine ve bizim ev sessiz kalacak. Tüy yumaaammm, kaprisli,şımarık şeysim...

BUGÜN


Herşeyi kırıp dökme ve sakarlık modundayım.
Çok eğilmemem gerektiği halde masada ne varsa yere düşürüyorum, evrak işlerine ne zaman kalkışsam böyle oluyor gerçi.
Benim hep sakarlığım üstümdedir zaten ama ee be kardeşim herşey de sürekli düşürülmez ki, cdler kalemler, kağıtlar, dosyalar...

Odam çok sıcak, klima takılamadı bir türlü bu sebeple başka bir binanın yan cephesi ile burun buruna olan camımı açıyorum o da bazen sıcak estiriyor, bazen çoook estiriyor, bazen hiç estirmiyor. O çook estirdiği zaman da masada ne var ne yok alıp indiriyor aşağıya zaten benim sakarlığa gerek kalmadan...
O kadar pimpirikli olup, yıllarımı PEREJA Kolonya gibi geçirip sürekli hastalanmamla birlikte ben de titizlikten elini eteğini çekmiş biri olarak, bırakıyorum artık ne var ne yok dökülsün saçılsın...toplamıcam...toplamıcam işte

4 Ağustos 2009 Salı

PEPSI ve COCA COLA














Pepsi ve Coca Cola diye başlık atınca aklıma hep cafelere gittiğimizde; " pepsi mi var Coca Cola mı?" diye soruşumuz aklıma gelir, bu tabi teenager'lık statüsüne eriştiğimizde sorduğumuz bir sorudur yoksa annelerle gidilen çay bahçelerinde içi kamışlı cam şişe Pepsi-Cola'ları lüpletirken hiç aklımıza gelmez, zaten öyle bir farkın olduğunu da bilmeyiz. O zaman bizim için Pepsi de Cola da birdir çünkü adı, Pepsi-Cola'dır.
Neyse yıllar geçer, bazımız Pepsi'nin tadını daha çok severiz bazımız ise Coca-Cola'nın hatta şimdilerde Zero'nun...Bu tercihlerde benim için tat bazdır ancak tüketiciyi etkilemenin de yolu reklamdan geçer.

Az önce Coca-Cola 'nın kreatif ekibinin(şirket içinde yer alan ajanslara brief hazırlayan ekip) başında yer alan Jonathan Mildenhall'un röportajını okurken, bazı notlar çıkardım, burada da yazmak istedim onları, ama röportajı okurken aklıma hem bu seneki Coca-Cola kampanyası hem de Pepsi kampanyası geldi.

Jonathan Mildenhall diyor ki; "Coca Cola olarak biz şuna inanırız; Yaratıcılık demek rekabette avantajı sağlayabilmek demektir. Yaratıcılığı kullanma konusunda çok belirgin stratejilerimiz var, çünkü yaratıcılığı doğru kullanmak zaten etkili reklam yapmak demek. Diğer reklamverenler yaratıcılığa bu kadar önem vermiyor olabilirler ama bizim için etkili olmanın ve satışı arttırmanın en önemli yolu göze çarpan bir yaratıcılık sergilemekten geçer. O yüzden bizim için çok ama çok önemli bir şey yaratıcı reklam.
Göze çarpan etkin yaratıcılık için 4 ana stratejik maddemiz var ve bunların hepsini tek tek karşılamayan hiçbir reklam onayımızdan geçemez. İlki, kültürel anlamda öncü olması ve yapıldığı kültüre "ayırt edilebilir derecede" uygun olması. İkincisi, insanların kalbine işleyecek duygusal bir hikayesi olması. Üçüncüsü, bu duygusal hikayenin ürün üzerine kurulu olması; öyle ki hikaye aklınıza geldiğinde ürün, ürünü düşündüğünüzde hikayeyi hatırlamalısınız. İnsanların ürüne kalpleriyle bağlanmaları ancak duygusal bir hikayeyle mümkün olur. Ve dördüncüsü de, dijital dahil diğer mecralara uygulanabilir olması . Gerçek yaratıcılık bizim için bu maddelerin etrafında dönüyor.


Şimdi bu açıklamaları dikkate alarak izlediğimizde Coca Cola'nın her yaşa uyan kampanyaları bir yana, Pepsi'nin Seda Sayan'lı kampanyası için Türkiye Pazarlama Müdürü'nün yaptığı" Seda Sayan tüm anketlerde en güvenilir ünlü seçiliyor, o sebeple kullanmayı uygun gördük uzun vadede bizim için olumlu sonuç verecek" açıklaması bir yana diyesim geliyor.
Pepsi, yapılan anketlerin hangi yaş aralığında hangi Sosyo Ekonomik Seviye'deki insanları baz aldığını biliyor mu acaba? ya da ajansları?

Ayrıca, Pepsi reklamındaki Seda Sayan'dan baskın çıkan irite sesli teyzeyi hangi akıl oynatmayı uygun gördü, bilemiyorum :)